-
Pzt-Cum 09.00 - 18.30

İçindekiler
ToggleGiriş
Yapay zeka teknolojileri son yıllarda görsel içerik üretiminde çığır açmış, özellikle “deepfake” olarak bilinen yöntemle gerçek kişi görüntülerinin taklit edilmesi yaygınlaşmıştır. Basit bir yüz fotoğrafıyla, o kişinin hiç bulunmadığı ortamlardaki fotoğraf ve videolar çok kısa bir sürede üretilebilmektedir. Bu teknolojinin mizahi veya sanatsal amaçlarla kullanımı mümkün olsa da çevrimiçi bulunan derin sahte içeriklerin %70 gibi ezici bir çoğunluğu kişilik haklarını ihlal edici niteliktedir. Ünlülerin yüzlerinin pornografik videolara eklenmesi, siyasiler hakkında sahte konuşmalar hazırlanması gibi örnekler, masum olmayan kullanımın boyutlarını göstermektedir. Sonuç olarak günümüzde yapay zeka ile oluşturulan görseller, bireylerin haklarına yönelik ciddi bir tehdit haline gelmiştir. Bu makalede, söz konusu teknolojinin kişilik hakları, özel hayatın gizliliği, rıza (açık onay) temelli haklar, fikri mülkiyet ve ceza hukuku açısından doğurduğu sonuçlar Türk hukuku ekseninde değerlendirilecektir. Ayrıca dünyadaki gelişmelere, uluslararası düzenlemelere ve etik tartışmalara da kısaca ışık tutulacaktır.
Kişilik Haklarının İhlali ve İtibar Sorunu
Türk hukukunda kişilik hakları, bir kişinin yaşamına, beden bütünlüğüne, onur ve saygınlığına, ismine, görüntüsüne ve sesine ilişkin tüm manevi değerleri kapsar. Anayasamızın 17. maddesi herkesin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını tanırken, Türk Medeni Kanunu (TMK) m.24 açıkça “kişilik haklarına hukuka aykırı olarak saldırıyı” yasaklamaktadır. Yapay zeka destekli sahte görseller, başkalarının yüzünü veya benliğini izinsiz kullanarak bu temel hakka saldırı teşkil eder. Nitekim hukuk doktrininde, bir kişinin yapay zeka ile üretilen sahte görüntü veya ses kayıtlarının onun rızası dışında kullanılmasını, TMK m.24 ve 25 kapsamında doğrudan dava konusu olabilecek bir kişilik hakkı ihlali olarak değerlendirmektedir. Bu tür sahte içeriklerde kişinin yüzünün, bedeninin veya sesinin montajla kullanılması, onun toplum nezdindeki onur ve itibarını zedeleyebilmektedir. Özellikle cinsel içerikli deepfake görseller, mağduru küçük düşürerek derin bir itibar kaybına yol açmaktadır.
Kişilik haklarının ihlali durumunda Türk hukuku, mağdura bir dizi hukuki imkan tanır. TMK m.25 uyarınca mağdur, hakimden saldırının durdurulması ve içeriğin yayılmasının önlenmesi için ihtiyati tedbir ve içerik kaldırma gibi önlemler talep edebilir. Ayrıca 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.58 (eski BK m.49) gereğince uğradığı manevi zarar için tazminat davası açma hakkına sahiptir. Örneğin, bir kişinin yüzü yapay zeka aracılığıyla müstehcen bir görüntüye eklenip internette paylaşıldığında, mağdur hem içeriğin yayılmasını önlemek hem de maruz kaldığı manevi ıstırap için manevi tazminat talep edebilir. Yargı içtihatları, rızaya dayalı olmaksızın başkasına ait görüntülerin dijital ortamda paylaşılmasının hukuka aykırı olduğunu ortaya koymaktadır. Yargıtay’ın bir kararında, Facebook’ta kişinin rızasıyla paylaştığı fotoğrafların bile sonradan başkası tarafından yine rıza dışı yayılmaya devam edilmesinin hukuka aykırı olduğu ve mağdurun kişisel verisi niteliğindeki bu fotoğrafların izinsiz paylaşılmasının, Türk Ceza Kanunu (TCK) m.136 uyarınca suç oluşturduğu vurgulanmıştır. (Yargıtay 12 Ceza Dairesi 2017/150 E. – 6231 K. sayı ve 13.09.2017 tarihli kararı) Bu yaklaşım, dijital dünyada birey görüntüsünün izinsiz kullanımının hem özel hukuk hem de ceza hukuku bakımından yaptırıma bağlandığını göstermektedir.
Deepfake yoluyla üretilen içerikler, mağdurların şeref ve haysiyetini hedef alarak hakaret veya iftira niteliği kazanabilir. Örneğin, bir siyasetçinin gerçekte yapmadığı bir konuşmayı yapmış gibi gösteren sahte bir video, onun onurunu zedelemekle kalmayıp kamuoyu nezdinde güvensizlik yaratabilir. Bu gibi durumlar, kişilik hakları ihlalinin ötesinde, TCK kapsamında da “hakaret” veya “iftira” suçlarını oluşturabilmektedir. Hatta 2022’de yürürlüğe giren TCK m.217/A ile düzenlenen “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu da, kamuoyunu yanlış yönlendirmek amacıyla hazırlanan deepfake içeriklerde gündeme gelebilir. Dolayısıyla, yapay zeka ürünü görseller bir yandan özel hukuk bakımından kişilik hakkı gasbı sayılırken, diğer yandan muhataplarına ceza hukuku boyutunda da sorumluluk doğurabilmektedir.
Mağduriyetin sosyal ve psikolojik boyutları da en az hukuki yönü kadar ciddidir. Deepfake pornografisine maruz kalan kişilerin ifadeleri, bu deneyimin bir tür cinsel istismar travması yarattığını göstermektedir. Mağdurlar, sanki bedenleri üzerinde kontrolü kaybetmiş ve dijital dünyada herkesin görebileceği biçimde teşhir edilmiş gibi hissettiklerini, bunun ağır bir utanç ve kaygıya sebep olduğunu belirtmektedir. Psikolojik etkiler bakımından, bu tür bir görüntü ifşasının, gerçek bir cinsel saldırıya uğramaya benzer travmatik sonuçlar doğurabileceği vurgulanmaktadır. Bu nedenle hukuki süreçlerde mağdurların manevi zararları takdir edilirken, yaşadıkları derin psikolojik sarsıntı ve itibar kaybı dikkate alınmalıdır. Öte yandan, deepfake mağdurlarının büyük çoğunluğunun kadınlar olduğu istatistiği (vakaların %90’ından fazlası),bu teknolojinin toplumsal cinsiyet eşitliği açısından da endişe verici bir yönü olduğunu ortaya koymaktadır. Kadınların görüntülerinin rızaları hilafına cinsel içeriklere dönüştürülmesi, mevcut cinsiyet temelli şiddet ve istismar sorunlarının dijital bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Sonuç itibariyle, yapay zeka ile üretilen görseller kişilik haklarına çok boyutlu bir saldırı teşkil etmekte; hukuk sisteminin yanı sıra toplum ve aile çevresinde de onarılması güç yaralar açabilmektedir.
Özel Hayatın Gizliliği ve Kişisel Verilerin Korunması
Özel hayatın gizliliği, modern hukuk sistemlerinde en temel değerlerden biridir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 20. maddesi, herkesin özel yaşamına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkını güvence altına almıştır. Aynı maddede 2010 yılında yapılan ek düzenleme ile kişilerin kendilerine ait kişisel verilerin korunmasını talep etme hakkı da açıkça tanınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi de benzer şekilde özel ve aile hayatına saygı hakkını korumaktadır. Bir kişinin fotoğrafı, videosu veya sesi gibi biyometrik verileri, onun özel hayatının parçasıdır ve hukuk düzeni izinsiz olarak bunların ele geçirilmesini veya kullanılmasını yasaklamıştır.
Yapay zeka ile üretilen görseller, bireylerin özel hayatının gizliliğine dair önemli sorunlar doğurmaktadır. Özellikle mahremiyet ihlali riski büyüktür: Örneğin bir kişinin yüzü, gerçekte hiç bulunmadığı çıplak fotoğraflara veya cinsel içerikli videolara yapıştırıldığında, o kişinin özel hayatı fiilen olmasa dahi sanki ihlal edilmiş gibi bir algı yaratılmaktadır. Kişi, çevresine kendisinin böyle bir durumunun gerçekte olmadığını ispat etmek zorunda kalabilmekte; bu süreçte ciddi bir mahrumiyet duygusu ve özel alanına tecavüz hissi yaşamaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 134. maddesi gerçek kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya seslerin izinsiz ifşa edilmesini suç saymaktadır. Burada kastedilen tipik olarak gerçek hayatta kaydedilmiş özel görüntüler olsa da, bir deepfake içerik de mağdurun özel yaşamına ilişkin tırnak içinde sahte bir kayıt yaratıp dağıttığı için benzer bir etki yapar. Her ne kadar TCK 134’ün lafzı doğrudan kurgusal görüntüleri kapsamasa da, bu maddede korunmak istenen hukuki değer mağdurun mahremiyetidir. Dolayısıyla, bir kimsenin gerçekte var olmayan mahrem bir anını varmış gibi gösteren yapay görüntüler de onun özel hayatına saldırı teşkil eder. Hukuken bu durumda TCK 134 mü yoksa diğer hükümler mi uygulanır tartışmalı olsa da, mağdurun korunması açısından bir boşluk bırakılmaması gerekir. Uygulamada çoğu kez bu fiiller kişilik haklarının ihlali veya hakaret/iftira suçları çerçevesinde cezalandırılmaktadır. Ancak doktrinde ve kanun koyucu nezdinde, yapay sahte içeriklerle mücadele için özel hayatın gizliliği hükümlerinin kapsamının bu tür durumları da içerecek şekilde yorumlanması veya yeni yasal düzenlemelerle açıklığa kavuşturulması önerilmektedir, kanaatimizce de bu alanda ayrı bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç vardır.
Özel hayatın gizliliği ile yakından bağlantılı bir diğer husus, kişisel verilerin korunması hakkıdır. 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK), belirli veya belirlenebilir bir kişiye ilişkin her türlü bilginin, yani kişisel verinin, izinsiz işlenmesini yasaklayan ve veri süjelerine çeşitli haklar tanıyan temel mevzuattır. Bir insanın fotoğrafı veya videosu, onun yüzü ve fiziki özelliklerini içermesi nedeniyle kişisel veri sayılmaktadır. KVKK m.3(d) fotoğrafı açıkça kişisel veri örneği olarak anmaktadır; aynı şekilde TCK m.135’te de kişisel verilerin kaydedilmesi suç olarak düzenlenirken kişiye ait görsel materyaller bu kapsama dahildir. Bu durumda, yapay zeka ile bir kişinin görüntüsünün işlenmesi de aslında ilgili kişinin kişisel verilerinin işlenmesi anlamına gelir. Örneğin bir sosyal medya platformundan alınan profil fotoğrafının, o kişinin haberi ve onayı olmaksızın bir yapay zeka programına yüklenip farklı sahte görseller oluşturulması, KVKK’ya göre hukuka aykırı bir veri işleme faaliyeti olacaktır. KVKK m.5 uyarınca, kural olarak ilgili kişinin açık rızası olmadan kişisel verilerinin işlenmesi yasaktır. Yapay zeka uygulamalarında kişisel veri kullanımı da bu kurala tabidir. Dolayısıyla, bir kişinin görüntüsünü kullanarak AI destekli bir içerik üretmeden önce o kişiden açık rıza almak zorunludur. Aksi halde hem içerik üreticileri hem de platformlar bakımından ciddi idari ve hukuki yaptırımlar gündeme gelebilir.
Uygulamada sıkça rastlanan bir yanılgıya da değinmek gerekir: Birçok kişi, sosyal medyada alenî olarak paylaşılan fotoğrafların herkesçe kullanılabileceğini zannetmektedir. Oysa genel kanının aksine, bir bireyin herkese açık bir platformda paylaştığı fotoğraf dahi o kişinin özel hayatının parçasıdır. Kişi, bir fotoğrafını kamuya açık yayınlamış olsa bile, bu görüntünün tamamen farklı bir amaçla (örneğin bir deepfake üretmek üzere) kullanılması ve yeniden paylaşılması başkası için hukuka uygun bir tasarruf değildir. Nitekim KVKK ve Ceza Hukuku bakımından, kamusal alanda bile paylaşılmış olsa, bir fotoğrafın ilgili kişinin rızası olmadan alınması, işlenmesi veya dağıtılması hukuka aykırılık teşkil edebilir. Sadece “haber verme” veya “ifade özgürlüğü” kapsamında kalan ve kamu yararı barındıran istisnai durumlarda (örneğin basının, bir kamu görevlisinin kamusal faaliyetlerine ilişkin fotoğrafı kullanması gibi) rıza aranmaksızın kullanım meşru sayılabilir. Bunun dışında, özellikle yapay zeka ile manipüle edilmiş görsellerin kişinin açık izni olmaksızın yayılması, veri koruma hukukuna aykırı olduğu gibi, aynı zamanda TCK m.136’de düzenlenen “kişisel verileri hukuka aykırı olarak yayma” suçunu da oluşturabilir. Örneğin, yukarıda değinilen Yargıtay kararında, mağdurun kendi rızasıyla paylaştığı fotoğrafların dahi sonradan izinsiz yayılmaya devam edilmesi m.136 kapsamında suç sayılmış ve failin cezalandırılması gerektiği belirtilmiştir. Bu içtihat, aleniyet kazandıysa kullanım serbesttir yanılgısının hukuk önünde geçerli olmadığını ortaya koymaktadır.
KVKK ihlallerinde, Kişisel Verileri Koruma Kurumu tarafından ilgili kişi veya kurumlara idari para cezaları verilebilmektedir. Nitekim, bir yapay zekâ uygulaması geliştiricisinin veya bu tip içerik barındıran bir platformun, kullanıcıların rızası olmadan onların fotoğraflarını işlediği tespit edilirse, KVKK m.18 gereğince yüksek meblağlı para cezalarıyla karşılaşması mümkündür. Ayrıca KVKK m.14, kişilik hakları ihlal edilen veri sahibinin genel hükümlere göre (BK/TBK hükümleri çerçevesinde) tazminat talep edebileceğini ifade eder. Yani mağdur, hem KVKK Kurulu’na şikâyet yoluyla idari yaptırım sağlamak hem de doğrudan doğruya hukuk mahkemesinde manevi (ve varsa maddi) tazminat davası açmak hakkına sahiptir. Günümüzde KVKK ve kişisel verilerin korunması hakkı, Anayasal temele kavuşmuş olup bu yolla bireylerin dijital dünyada da özel yaşamlarının ve mahrem bilgilerinin güvence altına alınması amaçlanmaktadır. Yapay zeka ile üretilen görseller bu mahremiyete yeni bir tehdit yönelttiğinden, veri koruma hukuku bu alanda önemli bir koruma kalkanı işlevi görmektedir.
Fikri Mülkiyet Hakları Açısından Yapay Görseller
Yapay zeka tarafından üretilen görüntüler, fikri mülkiyet hukuku alanında da pek çok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Türk hukukunda görsel veya işitsel ürünlerin telif koruması alabilmesi için 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda (FSEK) tanımlanan “eser” niteliğini haiz olması gerekir. FSEK m.1/B hükmüne göre eser, sahibinin hususiyetini taşıyan ve kanunda sayılan kategorilere (ilim-edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eseri) giren fikir ve sanat ürünüdür. Buradaki en kritik unsur, eserin yaratıcı bir insanın özgün fikrî çabasının ürünü olmasıdır. Yani eserin, insan zihninin damgasını taşıması ve onu meydana getiren kişinin şahsiyetini yansıtması aranmaktadır. Bu bağlamda, tamamen yapay zeka tarafından otomatik olarak üretilen ve insan yaratıcılığının izlerini taşımayan içeriklerin, klasik telif hukuku bakımından eser sayılması oldukça güç görünmektedir. Nitekim Türk hukukunda yapay zekaya herhangi bir hukuki kişilik veya hak sahipliği tanınmamıştır. FSEK uyarınca eser sahibi ancak gerçek veya tüzel kişi olabilir; kanun, gerçek kişi (insan) dışındaki bir varlığın eser sahibi olabileceğine imkan vermemektedir. Bu nedenle, bir yapay zeka programının kimsenin yaratıcı katkısı olmaksızın kendi kendine ortaya çıkardığı bir görüntü, eser niteliğinde kabul edilmez ve FSEK korumasından yararlanamaz. Örneğin bir yapay zekâ algoritmasının gerçekte ünlü bir simanın hiç var olmayan yeni bir portresini çizdiği durumda, bu görsel eser sayılmadığı için herkes tarafından serbestçe kullanılabilir hale gelmektedir. Zira ortada kanunen tanınan bir eser sahibi bulunmadığından, telif hakkı doğmamakta; görüntü kamu malı niteliği kazanmaktadır.
Burada önemli bir ayrım yapılmalıdır: Eğer yapay zeka, bir insanın aktif katkısıyla bir içerik üretmişse, ortaya çıkan ürünün eser sayılması mümkün olabilir. Örneğin sanatçı bir ressam, yapay zeka destekli bir programı araç olarak kullanıp belirli estetik tercihlerini ve yaratıcılığını katarak bir dijital tablo oluşturursa, bu tablo FSEK kapsamında eser kabul edilecektir. Çünkü eserin meydana gelmesinde insanın seçimleri ve yönlendirmeleri belirleyici olmuştur. FSEK m.2 ve 4’te sayılan fotoğraf ve güzel sanat eseri tanımları da, fotoğraf makinesi veya bilgisayar kullanılmış olmasının tek başına eser niteliğini ortadan kaldırmadığını göstermektedir. Kısaca, insan yönlendirmesiyle yaratılan yapay zeka ürünlerinde, yeterli düzeyde özgünlük ve estetik değer mevcutsa, eser sahipliği o ürünü meydana getiren insana ait olabilir. Ancak günümüzde popüler olan tamamen kullanıcı tarafından birkaç kelime girilerek yapay zekanın otomatik oluşturduğu görsellerde, kullanıcının katkısı çoğunlukla “fikir vermek” düzeyindedir ve yaratıcı sürecin büyük kısmı makine tarafından yürütülmektedir. Bu durumlarda, hukuken eser sahibi konusunda bir belirsizlik doğar: Eseri meydana getiren kişi kimdir? Programı kodlayan yazılımcı mı, yoksa komutu veren kullanıcı mı? Yoksa hiçbirinin mi telif hakkı olmayacaktır? Henüz yerleşik bir içtihat bulunmamakla birlikte, ağırlıklı görüş, mevcut kanunlar çerçevesinde yapay zeka çıktılarının eser sayılmayacağı yönündedir. Zira 5846 sayılı Kanun’un sistemi, insan yaratıcılığını merkeze almakta ve eserin koruma süresi gibi unsurları insan ömrüne bağlamaktadır. Nitekim 2004 yılında FSEK m.1/B’deki eser tanımından “sahibinin gerçek kişi olması” ibaresi çıkarılmış olsa da “kişi” kavramı korunmuştur; dolayısıyla hala bir insan faktörü aranmaktadır. Bu durumda, yapay zeka tarafından üretilen içerikler mevcut hukuki çerçeve içinde sui generis bir konumdadır: Eser olarak kabul edilmezlerse telif hukuku korumasına giremeyecekler, telif hukuku dışında kaldıklarında ise onlara ilişkin lisans veya mülkiyet iddiaları geçersiz kalabilecektir.
Yapay zeka ürünü görsellerin telif koruması dışı kalması, bir yandan onları üretenlerin münhasır hak iddia edememesi anlamına gelirken, diğer yandan bu görsellerin içerebileceği bazı unsurlar başkalarının telif haklarını ihlal edebilir. Bu noktada, eğitim verisi olarak kullanılan korumalı eserler ve üretim sonucu ortaya çıkan görüntülerin içeriği önem kazanır. Güncel bir örnek vermek gerekirse, dünyanın önde gelen stok fotoğraf şirketlerinden Getty Images, popüler bir görsel yapay zeka modeli olan Stable Diffusion’ı geliştiren şirkete karşı telif hakkı ihlali davası açmıştır. İddia, şirketin milyonlarca Getty fotoğrafını izinsiz olarak sistemine yükleyip modeli eğitmesi ve böylece haksız rekabet ederek telif ihlali yapmasıdır. Gerçekten de yapay zeka modelleri genellikle internetten taradıkları devasa görsel verisetleriyle eğitilir ve bu veri içinde telif korumasına tabi sayısız eser bulunmaktadır. İzin veya lisans alınmadan bu görsellerin kopyalanıp kullanılması, telif hakkı sahiplerinin hukukuna aykırılık teşkil edebilir. Hukuken tartışmalı olan konu, makine öğrenimi süreçlerinin telif hukuku bakımından eserlerin çoğaltılması sayılıp sayılmayacağıdır. Bazı yargı çevreleri, yapay zeka modelinin eğitimi sırasında korumalı eserlerin analiz edilmesini adil kullanım (fair use) veya hukuka uygun bir işlem sayarken; bazıları bunun telif hakkı ihlali olduğu görüşündedir. ABD ve Avrupa’da bu konuda açılmış davalar halihazırda devam etmektedir. Sonuçlar elbette generatif yapay zekanın kaderi açısından emsal teşkil edecektir.
Bir diğer boyut, yapay zeka görsellerinin ortaya çıkardığı stil ve özgünlük tartışmasıdır. Bazı durumlarda, AI aracılığıyla üretilen resimler tanınmış bir ressamın üslubunu birebir taklit edebilmektedir. Her ne kadar sanat üslubu soyut bir kavram olup telif koruması dışında kalsa da, “bir sanatçının stilinin izinsiz kopyalanması etik midir?” sorusu gündemdedir. Hatta kimi durumlarda, yapay zekanın ürettiği eser, belirli bir tabloya veya fotoğrafa çok benzer olabilmekte, adeta onun türevi niteliğini taşımaktadır. Bu halde, ortaya çıkan görsel işlenme eser sayılabilecek derecede benzerse, telif hakkı ihlali söz konusu olabilecektir. Örneğin, yapay zekaya “Mona Lisa’ya benzer bir kadın portresi” ürettirip elde edilen resmi ticari olarak kullanmak, Mona Lisa tablosunun kamu malı olması nedeniyle serbesttir. Ancak “Disney çizgi film karakteri gibi bir prenses resmi” ürettirilip ticari üründe kullanıldığında, ortaya çıkan imaj Disney’e ait karaktere yeterince benziyorsa, marka ve telif hakkı ihlali iddialarıyla karşılaşmak olasıdır. Nitekim yapay zeka modellerinin çıktılarında, eğitim verisinde bulunan ünlü markaların logoları veya sanat eserlerinin izleri tespit edilebilmektedir. Stable Diffusion modelinin bazı üretimlerinde “Getty Images” filigranının dahi görülebilmesi, bu duruma çarpıcı bir örnektir; modelin telifli görselleri izinsiz kullandığının ve çıktılara yansıttığının bir göstergesi olarak dava dosyalarına yansımıştır. Bu gelişmeler, yapay zeka aracılığıyla içerik üreten kişi ve şirketlerin fikrî mülkiyet risklerine dikkat etmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Uluslararası alanda, yapay zeka ile üretilen eserlerin telif hakkı durumu belirsizliğini korumakla birlikte bazı düzenlemeler de yok değildir. Örneğin İngiliz telif hukuku, dünya’da nadir bir yaklaşım olarak “bilgisayar tarafından üretilen eser” kavramını tanımış ve bu durumda eserin yaratıcısı sayılacak kişiyi, eserin oluşturulması için gerekli düzenlemeleri yapan kişi olarak tanımlamıştır. Bu özel kural uyarınca, İngiltere’de bir yapay zeka çıktısı eser sayılırsa 50 yıl süreyle koruma altına alınabilmektedir. Ancak bu tarz istisnai hükümlerin dışında, genel eğilim yapay zeka eserlerine telif koruması tanımamaktır. Hatta Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı (WIPO), Mayıs 2020’de yayınladığı Yapay Zeka ve Fikri Mülkiyet konulu sorunlar belgesinde, “bir kişiyi tamamen yanlış ve tutarsız şekilde tasvir eden derin sahte içeriklerin telif korumasıyla ödüllendirilmemesi gerektiğini” belirtmiştir. WIPO, deepfake içeriklerin yarattığı meselelerin çok boyutlu olduğuna dikkat çekerek, bunların fikrî mülkiyet sistemi içinde nasıl ele alınacağı konusunda küresel bir tartışma çağrısı yapmıştır.
Gelinen noktada, bizatihi telif hukuku, deepfake sorununu çözmek için uygun bir araç olmayabilir; zira telif hakkı koruması vermek bir yandan eser sahibini teşvik ederken diğer yandan mağdur kişilerin haklarını zedeleyebilecektir. Kanaatimizce, bir yapay zeka ürünü görüntü eser niteliğini taşıyorsa dahi, eğer bu görüntü başkalarının kişilik haklarını veya başkasına ait telif haklarını ihlal ediyorsa, eser sahibi (yani o içeriği üreten kişi) haklarını sınırsız biçimde kullanamamalıdır. Nitekim hukukta farklı hukuki değerler çatıştığında, bunlar arasında bir denge kurmak esastır. Uygun durumlarda TMK ve FSEK hükümleri birlikte işletilerek, mağdurların kişilik haklarının korunması amacıyla eser sahibinin bazı yetkileri kısıtlanabilir. Örneğin, bir deepfake videosunu üreten kişi teorik olarak o videoyu eser olarak tescil ettirip çoğaltma ve yayma hakkına sahip olsa bile, videoda tasvir edilen gerçek kişi, kendi kişilik haklarına dayanarak bu yayımı durdurması için mahkemeden tedbir kararı talep edebilir. Böylelikle hukukumuz, yenilikçi teknolojiler karşısında dahi birey onuru ve mahremiyetini koruma misyonunu sürdürmüş olacaktır.
Ceza Hukuku Boyutu ve Sorumluluklar
Yapay zeka ile üretilen görsellerin kötüye kullanımına karşı ceza hukuku pek çok mevcut hükmü devreye sokabilmektedir. Türk Ceza Kanunu’nda doğrudan “deepfake” veya “yapay zeka” ibareleri geçmese de, fiilin niteliğine göre farklı suç tipleri uygulanabilir. Yukarıda değinilen özel hayatın gizliliğini ihlal suçu (TCK m.134) ve kişisel verilerin hukuka aykırı kullanımı suçları (m.135-136), bu kapsamda ilk akla gelenlerdir. Örneğin, bir kişinin rızası olmadan fotoğraflarını alıp yapay zekayla montajlayarak internette yayan kimse, TCK m.136’daki “verileri hukuka aykırı olarak verme veya yayma” suçundan mahkûm olabilir. Gerçek hayatta çekilmiş mahrem görüntüleri izinsiz ifşa eden kimse ise m.134 kapsamında cezalandırılacaktır. Deepfake içeriği, eğer mağdurun özel hayatına ait bir görüntü gibi sunuluyorsa (örn. kişinin gerçek bir cinsel hayatı varmış izlenimi veriliyorsa), m.134’ün amacı çerçevesinde değerlendirilmesi de mümkündür. Bu suçlar, mağdurun şikayeti üzerine soruşturulabilen ve hapis cezası öngören ciddi yaptırımlardır.
Bir diğer önemli suç grubu, şerefe karşı suçlar olan hakaret (TCK m.125) ve iftiradır (TCK m.267). Deepfake teknolojisi, bir kişiyi küçük düşürücü sahte görüntüler üretmeye imkan tanıdığından, örneğin mağduru aşağılayan veya onun onurunu inciten bir video üretmek hakaret suçunu oluşturabilir. Mağduru toplum önünde küçük düşürmek kastıyla bu yola başvurulduğunda TCK m.125 devreye girecektir. İftira suçu ise, işlemediği bir suçu işlemiş gibi bir kişiye kumpas kurmak veya yetkili makamlara sahte deliller sunmak şeklinde tezahür edebilir. Örneğin, bir kişinin yüzünü yapay zekâ ile yasa dışı bir eylem sahnesine (kavga, hırsızlık, terör eylemi vb.) monte edip bunu yetkililere gerçek diye ihbar etmek, iftira suçunu gündeme getirebilir. Deepfake videolar kamuoyunu aldatma amacıyla kullanıldığında, özellikle seçim dönemlerinde veya kriz zamanlarında yanıltıcı bilgi yayma suçu (TCK m.217/A) da uygulanabilir hale gelmiştir. 2022’de yürürlüğe giren bu düzenleme, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde gerçeğe aykırı haber yayanların 1 ila 3 yıl hapisle cezalandırılmasını öngörmektedir. Sahte bir siyasi konuşma videosu hazırlayarak halkı kışkırtmaya veya paniğe sevk etmeye çalışanlar bu madde kapsamında sorumlu tutulabilir.
Bilişim suçları perspektifinden de deepfake eylemleri değerlendirilmelidir. TCK m.158’de nitelikli dolandırıcılık kapsamında “bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle” işlenen dolandırıcılık ağırlaştırılmış hal sayılmıştır. Nitekim deepfake sadece pornografi veya itibar zedeleme için değil, nitelikli dolandırıcılık amacıyla da kullanılmaktadır. Örneğin, dolandırıcılar yapay zeka ile bir kişinin sesini taklit edip ailesinden para istemekte veya ünlü bir iş insanının yüzünü kullanarak sahte videolarla yatırım tuzakları kurmaktadır. Bu şekilde haksız menfaat elde etmeye yönelik eylemler, klasik ceza hukuku anlamında sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarına vücut verir. 2021 yılında yurt dışında yaşanan bir olayda, dolandırıcılar bir girişimcinin deepfake videosunu yaparak sahte bir yatırım semineri düzenlemiş ve bağlantısını dolandırıcılık sitesine yönlendirmiştir.Türk hukukunda bu tür eylemler, hem dolandırıcılık hem de bilişim suçu hükümleriyle müeyyidelendirilebilir.
Öte yandan, Deepfake içeriklerinin belki de en ağır sonuç doğurabileceği alanlardan biri pornografi ve çocuk istismarı suçlarıdır. Gerçek kişilerin yüzlerinin pornografik sahnelere eklenmesi, mağdur açısından ciddi bir cinsel taciz etkisi doğurmanın yanı sıra toplum açısından da müstehcenlik sorununu gündeme getirmektedir. Türk Ceza Kanunu m.226, müstehcen görüntü, yazı veya sözlerin yayılmasını düzenler ve özellikle çocukların kullanıldığı müstehcen görüntüler için ağır cezalar öngörür. Yapay zeka ile üretilen herhangi bir pornografik görüntü, eğer gerçek bir yetişkinin yüzü eklenmişse o kişi bakımından rıza dışı cinsel içerikli görsel yayma fiili gerçekleşmiştir. Bu fiil özel hayatın ihlali, hakaret gibi suçların yanı sıra TCK 226 kapsamında da değerlendirilebilir. Özellikle “derin sahtecilik pornografiye dönüşürse ağır ceza” başlığıyla basına yansıyan uyarılara göre, yapay zeka ile üretilmiş pornografik videolar veya çocuk istismarı içeren sahte görseller, doğrudan TCK m.226 kapsamında ağır suç niteliğinde kabul edilmektedir. Bu içerikleri üretip yayanlar hakkında hapis cezası başta olmak üzere pek çok yaptırım uygulanabileceği vurgulanmaktadır. Gerçekten de, reşit olmayan bir kişiyi gösteriyor izlenimi veren yapay pornografik görseller, fiilen kimse zarar görmese bile çocuk pornografisi suçu olarak yorumlanabilir. Zira toplum ve hukuk, çocukların cinsel bağlamda temsil edilmesini mutlak olarak yasaklamıştır; kurgusal da olsa böyle bir temsil “çocuğa karşı cinsel suçların teşvik edilmesi” şeklinde değerlendirilir. Bu nedenle, salt hayal ürünüyle yaratılmış olsa bile bir çocuk pornosu deepfake’i bulundurmak veya dağıtmak, TCK m.226/3 uyarınca 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezasıyla sonuçlanabilecek çok ciddi bir suçtur. Keza, yetişkin bir kişiyi hedef alan cinsel mahremiyet ihlali de ısrarlı şekilde yapıldığında TCK m.123’teki ısrarlı taciz veya m.107’deki şantaj suçlarını oluşturabilir. Örneğin, birine ait müstehcen bir deepfake görüntüyü internete yüklemekle tehdit ederek ondan para veya başka bir menfaat talep etmek, şantaj kapsamında cezalandırılır.
Buraya kadar değinilenler, mevcut ceza mevzuatının halihazırda deepfake kaynaklı fiillere uyarlanabildiğini göstermektedir. Ancak bu konuda yasal boşluk olmadığını söylemek de güçtür. Bir kısım eylemler mevcut suç tiplerine uymakta zorlanabilir ve soruşturma makamları delil tespiti gibi açılardan yeni engellerle karşılaşabilir. Örneğin, tamamen uydurma bir sahte videonun yayılması durumunda, özel hayatın gizliliği suçu unsurları tam olarak karşılanamayabilir; zira ortada “gerçek hayata dair özel bir an” yoktur. Bu durumda, fiili doğrudan yaptırıma bağlayacak özel bir düzenleme bulunmamaktadır. ABD, Güney Kore, Birleşik Krallık gibi ülkelerde son yıllarda deepfake’e özel ceza düzenlemeleri gündeme gelmiştir; hatta bazıları kanunlaşmıştır. Türkiye’de ise henüz yalnızca mevcut hükümler çerçevesinde ilerlenmektedir. Bu durum, hukuki belirlilik ve caydırıcılık açısından bir eksiklik olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte, suç ve ceza dengesini koruyacak şekilde tipik hareket ve mağdur tanımlarının yapılması, yani teknolojiyi hedef alırken ifade özgürlüğünü de koruyan hassas bir yasal çerçevenin çizilmesi gerekecektir.
Deepfake içeriklerini cezalandırmada bir diğer pratik zorluk ise failin tespiti ve yargı yetkisidir. Pek çok kötü niyetli aktör, anonim şekilde veya başka ülkelerin altyapılarını kullanarak bu içerikleri yaymaktadır. Sınır aşan siber suçlarda ulusal makamların tek başına etkin sonuç alması güçtür; bu nedenle uluslararası iş birliği ve platformların sorumluluğu kritik önem kazanmaktadır. Örneğin, büyük sosyal medya ve içerik platformları, zararlı deepfake’leri tespit edip kaldırma konusunda otoregülasyon (özdenetim) mekanizmaları geliştirmezse, hukuk düzeninin yaptırımları tek başına yeterli olamayabilir. Nitekim günümüzde Facebook, Twitter, YouTube gibi pek çok platformun kendi topluluk kuralları içinde deepfake ve manipüle içeriklere karşı yasaklar getirdiği görülmektedir. Türk Ceza Hukuku açısından ise, önleyici ve eğitici tedbirlere de ihtiyaç vardır. Bu konuda bilinçlendirme çalışmaları, dijital okuryazarlık eğitimleri ve teknik takip/detection yazılımlarının emniyet birimlerinde kullanımı da hukuki mücadelenin bir parçası olmalıdır.
Uluslararası Düzenlemeler ve Etik Tartışmalar
Yapay zeka ile üretilen görsellerin yarattığı sorunlar, yalnız ulusal değil küresel ölçekte de dikkat çekmektedir. Birçok ülke, var olan kanunlarını deepfake vakalarına uygulamaya çalışırken; bazı ülkeler ise yeni yasal düzenlemelerle bu teknolojinin kötüye kullanımını engellemeye yönelmiştir. Örneğin Güney Kore, 2020’lerin başında dünyada ilk adım atan ülkelerden biri olarak, rızasız cinsel içerikli sahte görsel üretimini ve dağıtımını müstakil bir suç haline getirmiştir. 2021’de yürürlüğe giren yasal düzenlemeleri uyarınca, dijital manipülasyonla oluşturulan müstehcen görüntüleri hazırlayan, yayan, hatta bulunduran kişiler dahi cezalandırılmakta; bu suç için 7 yıla kadar hapis öngörülmektedir. Amerika Birleşik Devletleri ise henüz federal düzeyde kapsamlı bir “deepfake yasası” çıkarmamış olmakla birlikte, eyalet bazında önemli adımlar atılmıştır. Özellikle Kaliforniya eyaleti, iki öncü düzenlemeyle dikkat çekmektedir: Birincisi, siyasi adayların yer aldığı sahte videoların seçimden 60 gün öncesine kadar izinsiz yayımlanmasını yasaklamaktadır. İkincisi ise, herhangi bir gerçek kişinin izni olmaksızın pornografik deepfake üretimini ve dağıtımını hukuka aykırı ilan etmektedir. Bu sayede, hem demokratik süreçlerin manipülasyonla bozulmasının hem de bireylerin cinsel görüntü ifşası yoluyla zarar görmesinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Federal seviyede de 2023-2024 yıllarında çeşitli yasa tasarıları gündeme gelmiştir. Nitekim 2025 yılının Mayıs ayında ABD’de “Take It Down” (İndir Yasası) adıyla anılan ve bilgisayar üretimi rızasız cinsel görüntüleri açıkça yasaklayan bir federal yasanın kabul edildiği bildirilmektedir. Bu düzenleme, platformlara da sorumluluk yükleyerek, ihbar üzerine 48 saat içinde söz konusu içeriklerin kaldırılmasını zorunlu tutmaktadır. ABD’de ayrıca deepfake pornosu mağdurlarına özel hukuk davaları açma imkanı tanıyan yasalar da çeşitli eyaletlerde mevcuttur. Örneğin Virginia eyaleti, bu tür görüntüleri intikam pornosu kapsamında değerlendirip ağır cezalara tabi tutmaktadır.
Avrupa Birliği düzeyinde ise yapay zeka ve dijital içeriklerle ilgili kapsamlı iki yeni düzenleme öne çıkmaktadır: Dijital Hizmetler Yasası (Digital Services Act, DSA) ve Yapay Zeka Yasası (AI Act). 2022’de kabul edilip 2023 itibarıyla yürürlüğe giren DSA, büyük çevrimiçi platformlara içerik moderasyonu konusunda ağır sorumluluklar yüklemiştir. Bu yasa uyarınca platformlar, kendi hizmetlerinde yasa dışı içerik tespit ettiklerinde süratle kaldırmakla yükümlüdür; ayrıca risk teşkil eden konularda (örneğin seçim bütünlüğü, halk sağlığı, çocuk istismarı gibi) proaktif tedbirler almak zorundadır. DSA, her ne kadar adıyla anmasa da, deepfake ve benzeri yapay üretim manipülasyonları da dahil olmak üzere tüm yasa dışı içerik tiplerini kapsamaktadır. Özellikle “çok büyük çevrimiçi platformlar” (Facebook, Twitter, YouTube vb.) yüksek riskli sayılan alanlarda etki analizleri yapmak, dezenformasyon kampanyalarıyla mücadele stratejileri geliştirmek durumundadır. Bu bağlamda, sahte içeriklerin yayılması konusunda platformların “uyar-kaldır” mekanizmalarını etkin çalıştırması, aksi halde ağır para cezalarına çarptırılması söz konusu olacaktır. Öte yandan halen yasalaşma sürecini tamamlamak üzere olan AB Yapay Zeka Tüzüğü (AI Act) de, yapay zeka sistemlerinin risk düzeyine göre sınıflandırılmasını ve belirli kurallara bağlanmasını içermektedir. Bu taslak metinde, “sahte veya sentetik görüntü, ses veya metin üreten yapay zeka sistemleri” için özel bir şeffaflık yükümlülüğü öngörülmüştür. Özellikle gerçeğe çok benzeyen ve insanları aldatabilecek nitelikte içeriğin, açıkça yapay zeka tarafından üretildiğinin belirtilmesi zorunlu tutulacaktır. Yani AI Act yürürlüğe girdikten sonra AB sınırları içinde faaliyet gösteren bir yapay zeka görsel uygulaması, ürettiği içeriğe otomatik olarak “bu görüntü yapay olarak oluşturulmuştur” gibi bir not veya filigran eklemek zorunda kalabilecektir. Bunun istisnaları olarak sanatsal ifade veya güvenlik birimlerinin kullanımına dair özel durumlar tartışılmaktadır. AB düzenlemeleri her ne kadar geniş kapsamlı olsa da, derin sahte pornografi konusunda doğrudan bir yasak getirmemiş, bu alanı üye devletlerin ulusal mevzuatına bırakmıştır.
Nitekim Avrupa ülkelerinin bir kısmı kendi ceza kanunlarında düzenlemelere gitmeye başlamıştır. Örneğin İngiltere, 2023 başında deepfake pornografiyi açıkça suç sayacağını ve mağdurların şikayeti aranmaksızın kovuşturma yapılabileceğini duyurmuştur. Keza Çekya Parlamentosu’nda, bir başkasının haklarına ağır zarar vermek kastıyla deepfake pornografisi üreten veya yayanlara 2 yıla kadar hapis öngören bir yasa tasarısı tartışılmıştır. Bu örnekler, Avrupa’da giderek artan bir farkındalığın olduğuna işaret etmektedir.
Öte yandan etik açıdan bakıldığında, yapay zeka ile görsel üretim meselesi birçok değerin çakıştığı bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir tarafta ifade ve sanat özgürlüğü vardır: Teknoloji, yaratıcı ifadenin yeni bir aracı olabilir ve yasaklayıcı yaklaşımlar inovasyonu baltalayabilir. Nitekim bazı deepfake içerikleri politik hiciv veya parodi amacıyla üretilmekte, bu da demokratik toplumlarda koruma gören ifade türlerindendir. Örneğin bir komedyenin, bir siyasetçinin yüzünü kendi yüzüne monte ederek mizah yapması toplumsal tartışma yaratabilir; burada iyi niyetli bir hiciv ile kötü niyetli bir manipülasyon arasındaki çizgi bazen gri alanda kalır. Öte yandan, insan onuru, mahremiyet ve doğruluk gibi değerler de ağır basmaktadır. Kişilerin rızası olmaksızın dijital suretlerinin yaratılması, adeta “dijital bir gölge varlık” oluşturularak onların hak ve özgürlüklerinin ihlali anlamına gelir. Bireyler kendi görüntüleri üzerinde denetim sahibi olma hakkına sahiptir; bu hak hem hukuki hem de ahlaki bir haktır. Yapay zekâ teknolojilerinin bu denetimi ortadan kaldırması, “kimliğin ve benliğin gaspı” gibi etik sorunlara yol açar. Ayrıca deepfake’lerin yaygınlaşması, toplumda gerçeklik algısının zedelenmesi riskini doğurur. Kamuoyunun doğruluğundan emin olmadığı görüntüler görmesi, genel bir güvensizlik iklimi yaratabilir; Gözlerimizle görsek bile inanamayacağımız bir medya ortamı, hakikatin değersizleşmesine sebep olabilir. Bu tehlike, demokratik tartışmaların ve ortak zeminde buluşabilmenin önünde büyük bir engeldir.
Uluslararası insan hakları hukuku perspektifinden de deepfake konusu önem arz eder. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları, bir kimsenin izni olmadan fotoğrafının yayımlanmasını veya isminin haberlere konu edilmesini dahi belirli koşullarda özel hayata saygı hakkının ihlali sayabilmektedir (örneğin Von Hannover / Almanya kararları, ünlü bir prensesin gizli çekilen fotoğrafları konusunda bireyin mahremiyetini korumuştur). Deepfake gibi tamamen sahte fakat kişiyi güçlü şekilde bağlayan içerikler ise daha da ileri bir ihlal oluşturur. Nitekim yapılan akademik çalışmalar, rıza dışı cinsel deepfake’lerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında birden fazla hakkı aynı anda ihlal ettiğini ortaya koymaktadır: Bunlar arasında özel hayata saygı hakkı, itibarın korunması, kişisel verilerin korunması, hatta psikolojik bütünlük ve kişisel özerklik hakları sayılabilir. Zira deepfake pornografisi mağduru bir kişi, sadece mahremiyetinin ihlalinden muzdarip olmaz; aynı zamanda kamusal imajı lekelenir, dijital verileri izinsiz kullanılmış olur ve kendi bedenine/kimliğine dair tasarruf yetkisi sarsılır. Bu tespitler, devletlere pozitif yükümlülük de yüklemektedir: Bireylerin bu tür saldırılardan korunması için etkin yasal çerçeveler oluşturmak, sadece ulusal hukukların değil uluslararası insan hakları hukukunun da bir gereğidir.
Teknoloji şirketleri ve platformların rolü, etik tartışmanın bir başka boyutudur. Yapay zeka araçlarını geliştiren firmalar, kötüye kullanımın önüne geçecek teknik tedbirleri (ör. deepfake tespit algoritmaları, içerik denetimi, filigranlama teknolojileri) uygulamaya koymalıdır. Nitekim Adobe, Microsoft, Google gibi şirketler 2022’de bir araya gelerek “Deepfake ile Mücadele İttifakı” kurmuş ve içerik orijinini doğrulayan standartlar geliştirmeye başlamıştır. Benzer şekilde, büyük sosyal medya platformları da manipüle içerikleri işaretleyen ve kullanıcıları uyaran sistemler tasarlamaktadır. Tüm bu çabalar, hukukun yanı sıra özdenetim ve teknoloji etiği bağlamında önem taşır. Ancak her yenilik gibi, burada da denge gözetilmelidir: Aşırı katı filtreler ve yasaklar, ifade özgürlüğünü kısıtlama aracı haline gelmemelidir. Bu nedenle AB’nin Dijital Hizmetler Yasası, platformların keyfi sansür yapmasını önlemek için şeffaflık raporlaması ve denetime açıklık gibi şartlar getirmiştir. Amaç, sorumlu yapay zeka kullanımı kültürünü yerleştirmektir. İçerik üreticilerinin bu kültürü benimsemesi gerekir. Nasıl ki bir araca binen sürücü kurallara uymak zorundaysa, yapay zeka kullanan bir içerik üreticisi de hukuka ve etik ilkelere riayet etmek zorundadır.
Sonuç ve Değerlendirme
Yapay zeka ile üretilen görseller, hukukun pek çok alanını kesen disiplinlerarası bir sorun doğurmuştur. Bir yandan kişilik hakları, özel hayatın gizliliği, itibar, onur ve veri mahremiyeti gibi kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar büyük risk altına girmiştir. Diğer yandan telif hakları, marka hakları gibi mülkiyet hakları da bu yeni teknolojiden etkilenmektedir. Hukukumuz mevcut araçlarıyla bu sorunların bir kısmına çözüm sunabilmektedir: TMK m.24-25 genel kişilik koruması sağlayarak mağdurlara dava hakkı tanımakta; KVKK ve Anayasa m.20 kişisel verilerin korunması yoluyla izinsiz veri işlemenin önüne geçmeye çalışmakta; TCK’nın çeşitli maddeleri ise bu fiilleri suç olarak tanımlayıp failleri cezalandırmaktadır. Yukarıda ayrıntılı incelendiği üzere, yapay zeka ile oluşturulan sahte fotoğraf ve videoların Anayasa, KVKK, Türk Ceza Kanunu ve hatta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında açıkça hukuka aykırı olduğu ortadadır. Hukuk sistemimiz, şu an için genel hükümlerle bu vakaları karşılamaya çalışsa da, teknoloji hızla geliştikçe mevcut normların güncellenmesi ve özel düzenlemelerin ihdası kaçınılmazdır. Nitekim dünya genelinde de benzer bir arayış söz konusudur; pek çok ülke deneme yanılma yoluyla yasal boşlukları doldurma çabasındadır.
Bununla birlikte, daha önceki örneklerden de anlaşılabileceği üzere salt yasa yapmak tek başına yeterli değildir. Öncelikle mağdur odaklı bir yaklaşım geliştirilmesi şarttır. Yapay zeka kaynaklı ihlallerin sosyal ve psikolojik etkileri göz önünde bulundurularak, mağdurlara hızlı ve etkili hukuk yolları sunulmalıdır. Örneğin, rıza dışı yayımlanan bir deepfake içeriğin internetten süratle kaldırılması için idari tedbir mekanizmaları güçlendirilebilir; Sulh Ceza hâkimliklerinin erişim engelleme yetkisi bu durumlarda etkin şekilde işletilebilir. Ayrıca mağdurlara psikolojik destek ve rehberlik hizmetleri sunularak, maruz kaldıkları dijital şiddetin etkilerini atlatmaları sağlanmalıdır. Öte yandan, önleyici tedbirler en az cezai tedbirler kadar önemlidir. Toplumda medya okuryazarlığı bilincinin artırılması, özellikle gençlerin birer içerik üreticisi veya tüketicisi olarak bu teknolojinin farkında ve eleştirel olmaları gerekmektedir. Zira deepfake tehlikesi, yalnız bireysel hakları değil, kolektif güvenliği ve demokratik düzeni de hedef alabilmektedir.
Sonuç olarak, yapay zeka ile üretilen görsellere ilişkin hukuki mücadele, çok yönlü ve dinamik bir süreçtir. Teknoloji geliştikçe hukuk da gelişmek, hatta proaktif davranmak zorundadır. Bu alanda etik ilkeler, özdenetim ve hukuk kuralı üçlüsü birlikte işlemeli; hem içerik üreticileri hem de platformlar sorumluluk almalıdır. Unutmamak gerekir ki hukuk nihayetinde insan onurunu korumak için vardır. İster gerçek dünyada ister dijital ortamda olsun, bireylerin onurunu, mahremiyetini ve haklarını koruyamayan bir hukuk düzeni güvenilirliğini kaybeder. Yapay zekanın sunduğu yaratıcı imkanlar heyecan vericidir ancak bu imkanlar kötüye kullanıldığında ortaya çıkan zararlar da bir o kadar gerçektir. Türk hukuku, kendi temel değerleri ve uluslararası yükümlülükleri doğrultusunda, bu dengeyi sağlamak durumundadır. Kişilik haklarına saygı, özel hayatın korunması, rızaya dayalı kullanım, fikri mülkiyetin gözetilmesi ve suçla etkin mücadele, bu yeni çağda hukukun rehber ilkeleri olmayı sürdürmelidir. Aksi halde, dijital dünyanın kuralsızlığı içinde en büyük bedeli yine bireyler ve toplum ödeyecektir. Hukuk ise teknolojinin gerisinde kalan değil, ona insan odaklı bir yön veren mekanizma olma iddiasını kaybetmemelidir.
Bu makale ve içeriğindeki tüm yazılanlar, yazarın telif hakkı koruması altındadır ve . Yazarın yazılı izni olmaksızın bu makalenin herhangi bir bölümü, elektronik, mekanik, fotokopi, kayıt veya başka herhangi bir yöntemle kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya saklanamaz. İzin alınmadan yapılacak her türlü kullanım, telif hakkı ihlali sayılacak ve yasal işlem başlatılacaktır. İçerik yalnızca genel bilgilendirme amaçlıdır, hukuki danışmanlık yerine geçmez ve doğabilecek zararlardan yazar sorumlu tutulamaz.
Tüm hakları saklıdır. © 2025, Av. Buğra Topaktaş